Bilim Kurgu Manyağı

Roy Batty'nin Vedası

February 27, 2021 Gökhan Engin Season 1 Episode 4
Bilim Kurgu Manyağı
Roy Batty'nin Vedası
Show Notes Transcript Chapter Markers

Bilim Kurgu Manyağı'nın dördüncü bölümünde Bladerunner filminde ortalığı kasıp kavuran Roy Batty karakterini masaya yatırıyoruz, daha sonra bilim kurgu filmlerinde bilimselliğe ve mantığa aykırı bazı kurguları kısaca inceliyoruz ve Harry Harrison'ın  Paslanmaz Çelik Sıçan serisinden bahsederek bölümü tamamlıyoruz.  Kapanışta da Serenity'den Kaptan Mal'in bir sözünü anımsatıyoruz.

Merhaba, Bilim Kurgu Manyağı’na hoş geldiniz!  Ben Gökhan Engin, ve Bilim Kurgu dünyasıyla ilgili bu kısa podcast’te sizi ağırlamaktan çok mutluyum.  

(MÜZİK)

Bu yayında Bilim Kurgu dünyasının ilk bakışta göze görünür yüzünün arkasına bir göz atıp, bu ilk bakışla göremeyebileceğimiz ne gibi insan hikayeleri, ne gibi semboller, ne gibi fikirler ortaya çıkıyor, hep birlikte inceleyeceğiz.  

Neden mi Bilim Kurgu?  Çünkü Bilim Kurgu Tarih’e hep bir göz kırpar ve aslında insanlığın büyüme, yükselme ve özgürlük mücadelesini anlatır.  Bundan da keyifli bir konu olabilir mi?

(MÜZİK)

Başlamadan formatı da çok kısa hatırlatayım.  Podcast 2 ana kısımdan oluşuyor.  

İlk kısımda bir insan hikayesine bakıyoruz.   Burada bilim kurgu dünyasından bir karakteri inceleyeceğiz ve empati kurarak onu anlamaya çalışacağız.

İkinci kısımda ise yine Bilim Kurgu dünyasında gördüğüm ve günümüzdeki bilimsel ya da felsefi tartışmalarla ilgisi olan bir konuyu konuşacağız. 

Kapanışa geçmeden önce de kısa bir şekilde, çok severek okuduğum ya da izlediğim bir Bilim Kurgu çalışmasından bahsedeceğim, belki okumamış ya da görmemiş olan bu vesileyle deneme fırsatı bulur.  

Bugün 27 Şubat 2021.  Haydi - başlayalım.

(MÜZİK)

Bugün, insan hikayelerinde, konuşmak istediğim karakter Bladerunner filminden Roy Batty.  

Tabii Bladerunner diyince, yeni olandan değil en baba orijinal olandan bahsediyorum.  O konu da duruyor, ayrıca konuşacağız bir bölümde...

Bladerunner hakkında aslında çok konuşmaya gerek yok.  Sevenlerin çok sevdiği, sevmeyenler sevmemek için kendini zorladığı, yapıldığı zamanın teknolojisi, bakışı ve bazı naiflikleriyle bezenmiş, fakat dönüp dönüp tekrar seyrettiğim bir film bu.  

Hepimizin bu filmden kendine göre çıkardığı notlar, etkilendiği sahneler ve hissettiği duygular olduğuna eminim.  Benim de var tabii… bunlardan biraz bahsetmek isterim.

Benim bu filmi seyrederken, düşünürken ya da konuşurken aklıma şu geliyor: İnsanlık Ütopya hayal ederken neden hep Distopya’ya ulaşıyor?  Ya da neden hiç sonu güzel biten hikayeler ya da cennete dönüşmüş dünyalar hayal edemiyoruz?  Hikayelerimiz, korkularımız ve maalesef (son 20 yılda bizzat kendim gördüğüm kadarıyla) gerçeklerimiz hep olumsuza gidiyor.  Bunu insanlık ile ilgili bir umutsuzluğa çevirebileceğimiz gibi, ticari olarak da yorumlayabilir ve gülüp geçebiliriz tabii… Olumlu birşey olursa heyecan verecek bir hikaye de olmaz ve kimse onu okumaz ya da seyretmez de diyebiliriz mesela.  

Neyse, dağılmadan Roy Batty’e gelelim… İnternete de baktığınızda görebileceğiniz tarz klasik bir özet düşünürsek - film, 2019’da (tabii ki) distopik bir Los Angeles’ta geçiyor.  Çok büyük savaşlar olmuş, dünyada iklim ve yaşam bozulmuş, doğa ve hayvanlar yok olmuş, herşeyin tadı tuzu kaçmıştır.  Tyrell Corporation isimli güçlü ve dev şirket tarafından dünya dışı kolonilerde çalışmak  ve savaşmak üzere biyo-mühendislik ile  üretilen, ve replikanlar olarak da adlandırılan sentetik insanlar köle olarak kullanılmaktadır.  Bunlar bazı kanlı olaylar sonucu, güvenlik sebebiyle dünyada yasaklanmıştır.  Bu replikanlar çok güçlü, çok akıllı ve insanlardan üstündür.  Güvenlik sebebiyle de 4-5 yıllık hayat süreleri vardır. 

Roy Batty liderliğindeki 6 kişilik bir replikan grubu birçok insanı öldürerek kaçırdıkları bir gemi ile Dünya'ya kaçarlar.  Amaçları kendilerini yaratan Tyrell şirketine sızarak, yaşam sürelerini uzatıp hayatta kalmalarını sağlayacak bilgi ya da tekniklere erişmektir.  Kaçak replikanları avlayan ve Bladerunner olarak bilinen elit polis ekibinden Rick Deckard da isteksizce onları avlamayı kabul eder.  Roy Betty’yi Rutger Hauer canlandırmış.  Ne de iyi yapmış.  Deckard’ı da Harrison Ford canlandırıyor.

Tüm filmi anlatmak istemiyorum, konumuz bu değil.  Roy Batty birçok kişiyi öldürür, zekasını da kullanarak doğru kişileri bulur, manipülasyon ve tehdit ile sonunda Tyrell şirketinin kurucusu Dr. Eldon Tyrell’in odasına ulaşır.  Bu arada kendi hariç tüm ekibi de ölür - malum Deckard da boş durmamaktadır. Sonunda ölümüne bir dövüş ile Roy ve Deckard’ın dansı biter.  Ve Roy son anında Rutger Hauer’in ustalığı sayesinde beynimize ve kalbimize kazınmış o duygusal son konuşmasıyla hayata veda eder.  Biraz önce eşime gösterdim ve tekrar gözlerim doldu.  

Peki, Roy Batty neden bunları yapar, seçimleri ve hayatının son andaki davranışları neden o şekilde olur?  Kendinin de açıkladığı ya da filmden çok net görülen sebepler olduğu gibi, bizim burada düşünme keyfimizi de sağlayan, ve hemen görülemeyen bazı konular da var bence.  Bunları nokta nokta aktaracağım şimdi.

Öncelikle Roy dışarıdan insan gibi gözükse ve her ne kadar kendisi de biyolojik olarak insan ise de, aslında her açıdan derin farklılıkları vardır.  Çok zekidir, hatta filmin başında denildiğine göre, en az kendisini yaratan bilim adamları kadar zekidir.  Çok güçlüdür.  Kaynar suya elini sokabilir, uzayın derin soğuğunda savaşabilir, atletik olarak çok atiktir.  Duygusal olarak olgun değildir, çünkü replikanlar sadece 4 yıl yaşamaktadır - bizler gibi bebeklik-çocukluk-ergenlik gibi dönemleri geçirmemiştir - bu yüzden kendisine verilen yapay kişilik, duygular ve hatıralar dışında aslında bir kukla gibidir.  Bundan dolayı olaylara tepkileri, empatisi ve bizi yöneten ahlaki-sosyal kurallara yaklaşımı çok farklıdır - bizim tersimizdir aslında.  Bir yandan bağımsızdır, bizleri sınırlayan ve köleleştiren birçok konu onu etkilemez… ama o da (kendi dediği gibi) bir köledir, 4 yıllık yaşam süresi sebebiyle sürekli bir korku ve umutsuzluk içindedir.

İkinci olarak, Roy insanları küçük görmekte ve nefret etmektedir.  İnsanların çoğu ondan aptaldır, güçsüzdür, korkaktır ve herhangi bir potansiyelleri yoktur.  Dünya yaşanmaz derecede karanlık, fakir ve sağlıksızdır, herkes kaçmaya çalışır.  Kaçamayanlar ise eskiyen şehirlerde gelecek umudu olmadan çürüyüp gitmektedir.  Dünya dışı kolonilerde ise savaş, mücadele ve replikanlara kölelik vardır.  İnsanlık, çok da iyi bir gelecek oluşturamamıştır yani.  Roy, bence haspelkader bilimleri sayesinde kendisini yaratmayı başarmış… ama birçok alanda da başarısız olmuş bu yaratıkları küçük görmektedir.  Uzayda gördüğü ve yaşadığı deneyimleri birçok insan da deneyimlememiştir.  Kendisini yarattıkları, üzerindeki güçleri ve kendisine kısa bir ömür biçtikleri için de onlara karşı çok büyük bir öfke duyar.

Üçüncü olarak, Roy kendisine de çok öfkelidir, çünkü birçok konuda çok üstün olmasına rağmen, bir türlü hayatta kalabilecek çözümü bulamamış ve küçük gördüğü insan ırkının ona biçtiği köleliği ve nihai sonu değiştirememiştir.  Bu konuyla paralel olarak, bence Roy arkadaşlarını da küçük görmektedir biraz, zaten o yüzden de biraz liderleri konumundadır.  Sonuçta onlar başarısız olmuşlar ve tek tek avlanarak öldürülmüşlerdir.  

Dördüncü olarak, Roy’un ve arkadaşlarının birbirlerine belli bir bağları ve duygusal da diyebileceğimiz hisleri vardır.  Bunun ne kadar gerçek, ne kadar taklite dayalı olduğunu ben tam anlayamadım, çok düşündüm üzerinde.  Roy’un Zhora’nın ölümüne az biraz üzülmesi, Pris öldüğündeki tepkisi… bence duygulardan çok, bu hayatta kalma görevleri ile ilgili duyduğu umutsuzluktan.

Beşinci olarak, Roy’un insanlarla da paylaştığı o varolma isteği ve hayatta kalma arzusu… Belki de insanlarla olan tek ortak noktası budur.  Onu birazcık insani seviyeye çeken, bizde acıma duygusu uyandıran ve empati kurabilmemizi sağlayan tek nokta budur.  O kadar teknoloji, insan tarihi ve ilerlemeden sonra, yaratabildiğimiz bir yapay canlıyla paylaşabildiğimiz tek şeyin, tüm canlı varlıklarda olan temel bir güdü olması ne acıdır.

Son olarak, Roy ölürken son anda Deckard’ı kurtarır, onu öldürmez ve onunla konuşur.  Burada da bence, eşimle sahneyi seyrederken onun çok güzel gördüğü gibi, kendisini dinleyecek birine son anında birşeyler aktarma istediğidir.  Yani yok olmama, birisi tarafından hatırlanma ve yaşadıklarını anlatabilme arzusudur… Bu da çok insani bir şey değil midir?  Yani ölürken Roy sonunda insan olabilmiştir - istese de, istemese de…  O an bizden, içimizden birinden hiç farkı kalmamıştır.  

Roy Batty, Bladerunner filmini vurdulu kırdılı bir bilim kurgu aksiyon filmi olarak seyredenler için sonunda kaybeden bir kötü karakter olarak kalır.  Biz Bilim Kurgu manyakları için de, aslında hiçliğin karanlığı karşısında bizler gibi aynı mücadeleyi verdiğinden dolayı biraz da kardeşimiz olmamış mıdır?  ve yaratıcısı Tyrell’in dediği gibi, çok parlak bir ışık olarak bir anda yanıp söner gider.  Hepimiz de bir saniye yanıp sönen ateş böcekleri değil miyiz bu karanlık, soğuk ve devasa evrende?

Tüm bunlara anlam katabilmek için Bilim Kurgu’ya sarılmamızdan daha doğal ne olabilir?

(MÜZİK)

İkinci kısımda bahsetmek istediğim konu ise Bilim Kurgu filmlerinde çok yapılan bilimsel hatalar ya da tutarsızlıklar…  Beni bir Bilim Kurgu manyağı olarak bile rahatsız eden birkaç konudan kısaca bahsedeceğim.

Bunlardan bir tanesi, uzay gemileri uçarken çıkan sesler… biliyorsunuz uzayda hava yoktur ve ses dalgaları yayılamaz.  Halbuki birçok uzay filminde uzay gemileri uçarken, savaşırken ya da patlarken ses efektleri kullanılır.  Benzer şekilde gezegenler patlarken ya da uzay istasyonlarının kapıları açılıp kapanırken de ses efektleri duyarız.  Halbuki uzayda bunların duyulması mümkün değildir.  

Kinetik silah ya da füze atılırken, uzay gemisinin gövdesinden iletilen titreşim ya da boğuk sesler duyulması çok mümkün, ama dışarıda bir ses gelmeyecektir.  Aynı şekilde bir uzay gemisinin içindeyken, dışarıdan bir saldırı olduğunda, kinetik mermilerin çarpma sesini, uzay gemisinin üzerinde eriyen zırhın ya da açılan deliklerin sesini duyabiliriz.

Ticari olarak yapılan bu uygulama, filmleri de belki daha seyredilebilir kılmakta… Fakat bilimsel olarak gerçekçi değil.  Örneğin ikinci nesil Battlestar Galactica dizisinde buna dikkat etmişlerdi ve ben çok takdir etmiştim.

İkinci olarak, genel olarak insan olmayan canlılarda bir humanoid vücut yapısı kullanılması beni bazen rahatsız ediyor.  Örneğin Star Trek evreninde, her yeni gezedende genelde bir humanoid, yani insana benzer vücudu olan, 2 kollu iki bacaklı bir kafalı varlıklar görürsünüz.  Bu bilimsel olarak mümkün olabilir tabii, diyebilirsiniz ki, belli tip gezegenlerde, yaşam belli bir şekilde oluşabiliyor, mikroorganizma balık karaya çıkan sürüngen memeli ve sonunda humanoid yaşam gibi standard bir şablon var diye düşünebilirsiniz.  Ama yine de benzer boylarda, görünümde, aynı sayıda kol bacağı olan yüzlerce değişik canlının birbirine yakın gezegenlerde varolması bana gerçekçi gelmiyor.  

Bu da yine sanırım, ticari olarak daha kolaydı ve bir çeşitlilik katıyordu, hele CGI teknolojisinin çok ilerlemediği 60lar - 80ler arası yıllarda… Ama yeni eserlerde bile bazen bunu görüyoruz.  Sadece burun üzerine iki çizgi ekleyerek yeni bir cins yarattığınız zaman, bilimsellik kalmıyor tabii.

Son olarak da, evrensel tercüme cihazı konusu beni bazen rahatsız ediyor.  Uzaydaki tüm canlıların sesli konuşan humanoidler olduğunu ve dillerinin otomatik hemen çevrilebilecek kadar benzer olduğunu düşünmek, sanırım gerçekten hayal gücü eksikliği… Halbuki Star Trek dünyasında görürsünüz, herkes birbirini hemen anlamaya başlar… Evet hikayenin takip edilebilmesi ve gereksiz detaylarla uğraşılmaması için pratik bir çözüm… ama gerçekten böyle olacak mı?  Hiç sanmam.

Bilim Kurgu bazen biz sevenlerini bile hayal kırıklığına uğramıyor mu?

(MÜZİK)

Kapanışa geçmeden, bu bölümün tavsiyesini de paylaşmak isterim.  

Bugün tavsiye edeceğim bilim kurgu eseri, daha doğrusu serisi, Harry Harrison’dan The Stainless Steel Rat, yani Paslanmaz Çelik Sıçan serisi… Bir kısmı Türkçe’ye çevrilmişti.  Bu seri, 1961 yılında başlayan ve 2010 yılında yazarın vefatıyla biten dönemde yazılmış 12 tane eseri kapsıyor.  Hikayenin kahramanı, Kaypak Jim ya da Paslanmaz Çelik Sıçan lakaplarıyla da tanından James Bolivar diGriz.  Kendisi çok becerikli ve sempatik bir üçkağıtçı ve hırsızdır.  Öldürmeyi sevmez, yaptığı hırsızlıklarla topluma da bir eğlence yarattığını düşünür ve birçok alanda yeteneklidir.  Okuması çok keyifli, eğlenceli ve güzel yaratılmış bir bilim kurgu evreni isteyenler için ideal.  Her zamanki gibi İngilizce orijinalini okumanızı tavsiye ederim, ilk kitaptan başlayın derim.

Bilim kurgu mizah, felsefe ya da polisiye ile karıştığı zaman ne kadar keyifli oluyor değil mi?

(MÜZİK)

Evet, dördüncü bölümün sonuna yaklaştık.  

Bölümü, Serenity filminden, Serenity’nin kaptanı Kaptan Mal’in bir sözüyle bitireyim.  Kaptan Mal, kendisini avlayan Operativ ile konuşmaktadır.  Soğukkanlı bir katil ve robot gibi avına odaklı birisi olan Operativ ona “Hikaye senin düşündüğünden daha da kötü” der.  Mal de ona “Zaten genelde hep öyle oluyor” der.  

Bilim Kurgu dünyasında da, gerçek hayatta da, çoğu zaman herşeyin altından başka hikayeler çıkar.  Siz de hep olayların, insanların ve hikayelerin arkasına, altına, sağına soluna iyi bakın… Ne sürprizler çıkacak, kimbilir?

(MÜZİK)

Böylece bu bölümün sonuna geldik.  Bilim Kurgu Manyağı ben Gökhan Engin, hepinize sevgiler ve selamlar.  Okuyun, İzleyin, Merak Edin.  

Tekrar görüşmek üzere. 

(MÜZİK)

Açılış
Kısa bir giriş
İnsan Hikayeleri: Roy Batty
Hayattan Hikayeler: Bilim Kurgu Filmlerindeki Sıkıcı Yaklaşımlar
Tavsiyeler: Paslanmaz Çelik Sıçan
Kapanış