Bilim Kurgu Manyağı

Luv'ın zıvanadan çıkışı ve Metaverse neden heyecansız?

January 16, 2022 Gökhan Engin Season 2 Episode 1
Bilim Kurgu Manyağı
Luv'ın zıvanadan çıkışı ve Metaverse neden heyecansız?
Show Notes Transcript Chapter Markers

Bilim Kurgu Manyağı'nın ikinci sezonunun birinci bölümünde Bladerunner'ın devam filmi Bladerunner 2049 filminde bizleri yeni kötülük dereceleriyle tanıştıran Luv karakterini tartışıyoruz, daha sonra eski bilim kurgu manyakları olarak neden metaverse tartışmalarından çok heyecanlanmadığımızı kısaca inceliyoruz ve klasiklerden Serenity filmini şiddetle tavsiye ederek bölümü tamamlıyoruz.  Kapanışta da The Dune kitabından bir anekdotu anımsatıyoruz.

Merhaba, Bilim Kurgu Manyağı’na hoş geldiniz!  Ben Gökhan Engin, ve Bilim Kurgu dünyasıyla ilgili bu kısa podcast’te sizi ağırlamaktan çok mutluyum.  

(MÜZİK)

Bu yayında Bilim Kurgu dünyasının ilk bakışta göze görünür yüzünün arkasına bir göz atıp, bu ilk bakışla göremeyebileceğimiz ne gibi insan hikayeleri, ne gibi semboller, ne gibi fikirler ortaya çıkıyor, hep birlikte inceleyeceğiz.  

Neden mi Bilim Kurgu?  Çünkü Bilim Kurgu Tarih’e hep bir göz kırpar ve aslında insanlığın büyüme, yükselme ve özgürlük mücadelesini anlatır.  Bundan da keyifli bir konu olabilir mi?

(MÜZİK)

Başlamadan formatı da çok kısa hatırlatayım.  Podcast 2 ana kısımdan oluşuyor.  

İlk kısımda bir insan hikayesine bakıyoruz.   Burada bilim kurgu dünyasından bir karakteri inceleyeceğiz ve empati kurarak onu anlamaya çalışacağız.

İkinci kısımda ise yine Bilim Kurgu dünyasında gördüğüm ve günümüzdeki bilimsel ya da felsefi tartışmalarla ilgisi olan bir konuyu konuşacağız. 

Kapanışa geçmeden önce de kısa bir şekilde, çok severek okuduğum ya da izlediğim bir Bilim Kurgu çalışmasından bahsedeceğim, belki okumamış ya da görmemiş olan bu vesileyle deneme fırsatı bulur.  

Geçen sene ilk sezonu yapmıştım, evet, istediğim kadar bölüm yapamadım, 5 bölümde kaldık.  Fakat tekrar buradayım, ve devam ediyoruz.  Yeni bir yıl olduğu için ikinci sezon olarak isimlendirdim yeni bölümleri. Çok önemli mi?  Hayır.

Bugün 16 Ocak 2022.  Çok özledim bunu.  E Haydi - başlayalım.

(MÜZİK)

Bugün, insan hikayelerinde, üzerinde konuşmak istediğim karakter Bladerunner 2047 filminden kötü karakterlerden Luv.    L-U-V şeklinde yazılıyor, ama okununca ingilizcede sevgi-aşk anlamına gelen kelime ile aynı duyuluyor.  Filmde isimlerle ilgili kelime oyunları da var ama açıkçası konumuz bugün bu değil.   Ayrıca ilginizi çekerse adresi biliyorsunuz: Google.

Daha önce Bladerunner dünyasından aslında biraz bahsettik, geçen sezonun 4. Bölümünde hatırlarsanız oradaki Roy Batty karakterini incelemiştik.  O yüzden tekrar anlatmayacağım.  Ama özetle, kalabalıklaşan, doğanın yok olduğu, replikan denilen yapay insan klonların robot gibi kullanıldığı bir dünyadan bahsettiğimizi hatırlayalım.  Bladerunner 2047, bilim kurgu dünyasının bu epik filminin 28 yıl sonra geçen devamı.  Ayrıca bu ikisi arasında Bladerunner 2047’den önce olan bazı olayları aktaran 3 tane de resmi kısa prequel yani ön hikaye filmciği olduğunu da hatırlatayım.

İlk filmde geçen olaylardan sonra 2022 yılında Blackout tabir edilen sabotaj felaketi sonrası tüm replikanların kayıtları silinmiş ve replikanları üreten Tyrell firması da batmıştır.  Bu firmayı daha sonra satın alıp toparlayan ve tekrar üretime başlayan Niander Wallace yine Tyrell gibi egzantrik bir adamdır.  Ama ona göre daha kalpsiz ve amansızdır.  

Karakterimiz Luv, Wallace’in sağ kolu ya da bizim dille kahyası olan bir replikanttır.  Replikant biliyorsunuz Bladerunner dünyasında çeşitli amaçlarla hizmet için üretilen yapay insan ya da androidlere verilen isimdir.  

Luv, çok dikkatli bir şekilde soğuk, duygusuz, ruhsuz bir hizmet robotu gibi davranarak filmin başında bizi kandırsa da, yavaş yavaş bundan sıyrılacak ve sonunda bizleri şaşırtacaktır.   Burada karaktere hayat veren Hollandalı Sylvia Hoeks’un da ne kadar başarılı bir iş çıkardığını söylemek lazım.  

Gençliğimde 6 yıl orada yaşadığımızdan, Hollanda’nın yeri ayrı, Rotterdam’a da selam olsun buradan.

Çok spoiler vermek istemiyorum ama eski bölümleri alıcı gözle dinledim geçenlerde, ve bu podcast’te zaten orayı burayı dağıtıyoruz, artık kusurumuz affola.

Luv’ın davranışlarını 3 kritik değişim noktasında incelemek ve çelişkilerine de dikkati çekmek istiyorum.  

Birincisi Luv’ın yaşama - canlılığa bakışıdır.  Daha önce incelediğimiz bir önceki filmdeki Roy karakteri gibi, o da yaşama çok değer vermemektedir. Fakat diğerlerinin aksine, yapay da olsa bir arkadaş grubu ya da sevdiği varlık olmadığı için, daha soğuk bir karakterdir.  Filmin başında herhangi bir eşyadan farklı hissedilmez.  Sahibi Wallace tarafından replikantların ne kadar kolaylıkla öldürüldüğünü gördüğünden ve kendi de emirlere uyarak replikantları öldürdüğünden; insanları geçtim, replikantlara da çok değer vermemektedir.  Fakat bunun zamanla değiştiğini görürsünüz.  Deckard’ın Rachael’ın kopyasını nasıl kolaylıkla reddettiğini ve kendi canı pahasına kabullenmediğini görünce bence bir değişim anı yaşanır.   Bunu neden önemsiyorum, çünkü çok sevdiğiniz ve 20 yıl önce kaybettiğiniz bir kişinin, o zamanki haliyle tekrar karşınıza çıktığını ve sizinle konuştuğunu düşünün - kaçımız bunu reddedebilir, sırtımızı dönebiliriz?  

Luv, replikanların fabrikada üretilen yapay kuklalar olmadıklarını, insanlar gibi duygu-fikir-sevgi gibi açıları olduğunu görür.  Aslında farketmeden replikantların da akıllı ve var olmayı hakeden, birey olabilen varlıklar olduğunu bence hissetmeye başlar.  Bu duygu, Rachael’ın bir çocuk doğurduğu bilgisiyle zaten daha önce başlamıştır.  Çünkü bu sayede replikantların insanlardan çok eksiği de kalmamıştır artık.  Hatta üstün fiziksel güçleri ve normalin üzerinde yüksek zekaları ile insanların yerini alabilecek, bir nevi insanların yükseltilmiş-yeni sürümleri olabilecek hale gelmişlerdir.  Üreme konusunda insanlardan bağımsızlıklarını kazanırlarsa zaten filmde de söylendiği gibi bir “savaş” başlayacaktır.  Artık resim değişmiştir burada, Luv bence bu noktada yavaş yavaş yine bizim tabirle bir “emir kulu” olmaktan çıkarak, oyun kuran bir güç sahibi olmuş ve kendi ajandası da olmuştur.  

İkinci nokta da şudur, bence Luv’ın insanlara bakışı da değişmiştir.  Artık isyankar ve öfkelidir.  Replikantların çocuk doğurabiliyor olması ihtimali, insanlardan özgürlüğünü ilan edebilme fırsatı, onu yavaş yavaş isyankarlığa sürükler.  Burada duygu göstermeye başladığını ve yavaş yavaş tecrübesizliğinden dolayı da bu duyguları kontrol edemediğini göreceğiz.  Örneğin Luv’ın polis teğmeni Joshi’yi ve adli tıp uzmanı Coco’yu öldürürken ki vahşiliği ve acımasızlığı zaten burada görülmektedir, insanlara öfke de duymaya başlamıştır.  Ajandasına engel olmaya çalışanları direkt yok etmeye yönelmekte, öfkesine de engel olamamaktadır.  Bu da aslında ilginç bir çelişkidir, çünkü replikant karşıtı argümanlardan biri olan duygusal olgunluğa erişememek burada karşımıza çıkmaktadır.  Normal bir insan ömrünü, bebek-çocuk-ergen-genç-yetişkin tarzı bir akışlar normal süre içinde geçirmedikleri için dengesiz ve güvenilmez bulunduklarını hatırlayalım.  Hatta bunun için Tyrell’in yapay anılar yerleştirdiğini de biliyorsunuz.  Yine de bunlar işe yaramıyor olabilir mi? Gerçekten replikant veya benzeri teknolojiler, insanlığın bir sonraki aşaması değil de aslında sonu olabilir mi?  Boomer ve karamsar diyebilirsiniz bana… ama evrende kimbilir kaç tane böyle yok olmuş ırk olduğunu düşünüyorum… belli bir teknoloji seviyesine gelip, ürettikleri yapay zeka, robot ya da replikant benzeri unsurlarla yok olmuş ve tarihe gömülmüş… olamaz mı?

Üçüncü ve son nokta da, Luv’ın sınırsız öz güveninin sonunda nasıl yıkıldığıdır.  İnsanları bir darbeyle öldürebilmekte, korkunç güce sahip Wallace firmasının tüm kaynaklarını kullanabilmekte ve Dünya dışındaki kolonilerde hukuk ve devlet düzeninden bağımsız şekilde istediği gibi davranabilmektedir.  Zaten film ilerleyip sona devşirildikçe, Yavaş yavaş egosunun agresif şekilde kabardığını, Luv’ın ruhsal yapısından dolayı bunun fiziksel şiddete döndüğünü ve kendini yenilmez görmeye başladığını gözlemliyoruz.  Filmin başındaki durumundan ne kadar farklıdır değil mi?  Baş döndüren şekilde bir değişim geçirerek, soğuk bir robottan öfkeli bir kız çocuk karakterine dönüşür.  İsminin de tam tersidir bu.

Bence Luv karakteri, Roy Batty kadar olmasa da, Bladerunner dünyasında hakettiği kötü karakter yerini almıştır.  Roy Batty’nin varolma savaşı ile yaşadığı trajediyi, Luv, replikantların yükselme mücadelesinde yaşamıştır.  İkisi de kaybetmiştir.

Ama replikantların macerası nasıl bitecektir?  Bilemiyoruz.

Bazen Bilim Kurgu bizi cevapsız ve merak içinde, kabuslar ya da heyecanlar içinde yalnız bırakır.  O zaman da bilim kurgu yazarlarından, filmlerinden, hikayelerinden bağımsızlığımızı ilan etmez miyiz? Kendimizi özgürleştirmek için Bilim Kurgu’yla böyle bir sevgi-nefret ilişkisi kurmaktan daha keyifli ne olabilir?

(MÜZİK)

İkinci kısımda bahsetmek istediğim konu ise Metaverse.

Bu konuda dünyada ve Türkiye’de şimdi çok moda… özellikle pandemi sürecinde maddi olarak zorlanan insanların alternatif gelir kaynakları araması çok doğal.  Forex, Coin ticareti, çiftlik bank tarzı yapılar ya da piramit yatırım kurguları gibi kolay para kazanma yöntemleri hep vardı, bu dönem insanların iyice ilgisini çekmeye başladı.  NFT gibi yeni alanlar da yine insanları heyecanlandırıyor.  Ek olarak tabii yeni kuşakların iş hayatı, kariyer, maddiyat ve hayata genel bakışlarının da bunda etkisi var tabii… Daha az çalışarak ve yeni ekonominin nimetlerinden faydalanarak daha kısa sürede maddi özgürlüğe kavuşmak herkesin hayali…  Fakat Metaverse yeni bir kavram mı aslında?

Hayır tabii ki. Biz Bilim Kurgu severler olarak bu kavramlarla ya da bunların atalarıyla büyüdük öyle değil mi?  O yüzden çok heyecanlanmıyoruz.  Bu tavrımızı eski kafalılık, vizyonsuzluk ya da aptallık olarak bize satmaya çalışacaklardır, ama öyle olmadığını biliyoruz.  Eski kavramları makyajlayıp bize 10 yılda bir, yenilik olarak gösterenlere karşı kendinizden şüphe etmeyin.

Şaka bir yana, geçen arkadaşlarla bu konuyu konuşurken, aklıma konuyla ilgili birçok örnek geldi.

Ben Second Life, Earth & Beyond, Eve Online ve benzeri birçok çok oyunculu online evrenlerin olduğu oyunlarla büyüdüm.  Ya da SIMS gibi sanal dünyalarda geçen oyunlar oynadık.  35-50 yaş arası birçok oyuncu ve bilim kurgu sever de bir şekilde bunlara bulaşmıştır.  Biz daha gençken o oyunlarda dünyadaki insanlarla internet üzerinden görsel olarak bir araya geliyor, konuşuyor, sanal ortamlarda yürüyor, sanal bina ve odalarda sohbet ediyor, kendi avatarlarımızı oluşturuyorduk.  Tabii ki şimdiki gibi değildi, bu kadar kolay para kazanılmıyordu ve sanal gerçeklik teknolojileri bu kadar gelişmemişti.  Ama bugünkü durum bizim için yeni mi?  Hayır.  O yüzden çok heyecanlanmadım.

Sanal gerçekliği ise biz zaten Neuromancer, Matrix, Johnny Mnemonic, Escape from L.A., Altered Carbon gibi kitap ve filmlerin evrenlerinde daha çocukken gördük ve öğrendik.  10 yıldır teknoloji dünyasında firmalara bu hikayeleri anlatıyoruz.  

Belki bu konular kitlelere yayıldıkça demokratikleşiyor ve basitleşiyor.  Bu da iyi birşey olsa gerek.  Fakat bunların insanlığın geleceğine etkilerini de düşünüyor muyuz?  Günümüzdeki politik, sosyal, kültürel, ekonomik ve duygusal ilişkilere etkisini ve gelecekte çocuklarımızın ya da çocuklarımızın çocuklarının nasıl bir hayat yaşayacaklarını hayal edebiliyor muyuz?  Sadece heyecanlı ve bize para kazandıran kısımlarını almak dışında bu konuları da görmemiz gerekir mi?  Bence evet.  İnsanlığın sadece sanal ortamlarda içerik, mal ve hizmet tükettiği bir toplumda hala fiziksel dünyada var olan gezegenimiz, vücutlarımız ve altyapımıza kim bakacak, kim koruyacak, kim sahip çıkacak acaba?  Sanal dünyanın keyif, zevk, rahatlık ve hayal dünyası için kaybolunca, kontrolu makinelere mi bırakacağız?  Belki önümüzdeki 40 yılın değil ama 100 yılın soruları bunlar…

Evet, sanal zeka, robotik, sanal gerçeklik gibi teknolojiler çok heyecan verici ve büyük faydaları olan uygulamaları var… Ama riskleri de yok mu?  İnsanlık sağa sola çarpa çarpa, olgunlaşmadan, büyük hatalar yaparak kendi kendini tehlikeye atacak mı?  Ben genelde karamsar biriyim.  Dolayısıyla benim cevabımı biliyorsunuz.

Bilim Kurgu, bize her zaman geleceğimiz ile ilgili ipuçları vermiyor mu?  Düşündüğünüzde, bu gelişmelerden SİZ nasıl ipuçları alıyorsunuz acaba?

(MÜZİK)

Kapanışa geçmeden, bu bölümün tavsiyesini de paylaşmak isterim.  

Bugün tavsiye edeceğim, bir bilim kurgu filmi.  Çok yeni değil, ama bence artık klasiklerden. Benim de en favorilerimden, hatta döğmesini de yaptırdım.  Daha önce birkaç kez anekdotlar ya da karakterle değindiğim Serenity filminden bahsediyorum.   Firefly isimli dizinin devamı niteliğindeki bu film bence zamanında devamları çekilmesi gereken ve çekilmediği için bizler için de bir kayıp niteliğinde.  Bu isimde birbirinden alakasız birkaç film olduğu için, Google’larsanız 2005 yılında çekilmiş olanı seçeceksiniz.  İnsanlığın birçok gezegene yayıldığı ve otokratik bir merkezi yönetimle yönetildiği bu evrende, herşey gibi kahramanlığın, hükümetin ve insan ilişkilerinin de siyah-beyaz olmadığını, grinin tonları olduğunu bize hatırlatan bir aksiyon filmi bu.   Benim gibi bilim kurgu manyağıysanız seyredin.

Bilim Kurgu içinde biraz dans biraz romantizm biraz da kahramanlık olduğunda daha da keyifli olmuyor mu?

(MÜZİK)

Evet, bu sezonun ilk bölümünün sonuna yaklaştık.  

Bölümü, The Dune’dan bir anekdot ile bitirmek isterim. "Nasıl bireyler doğuyor, olgunlaşıyor, ürüyor ve ölüyorsa, toplumlar ve uygarlıklar ve hükümetler de öyledir.”  Kısa ve dar küçük hayatlarımızda bazen bunu unutuyoruz.  Ya kendimizi çok önemsiyoruz, ya yaptıklarımızın sonuçlarını ve sorumluluklarımızı sahiplenmiyoruz, ya da gelecek ile ilgili mesnetsiz iyimserlik veya karamsarlıklara kapılabiliyoruz.  

Herşeyin sonunda, soğuk, karanlık ve bomboş bir evren kalacak geriye, milyarlarca yıl sonra tabii… 

Ünlü ekonomist Keynes de dememiş mi, “Uzun vadede hepimiz ölüyüz.”

Bilim Kurgu bizlere hem umut hem de umutsuzluk duygularını aynı anda yaşatarak, tatlı bir çelişki yaşatmıyor mu?

(MÜZİK)

Böylece bu bölümün sonuna geldik.  Bilim Kurgu Manyağı ben Gökhan Engin, hepinize sevgiler ve selamlar.  Okuyun, İzleyin, Merak Edin.  

Tekrar görüşmek üzere. 

(MÜZİK)

Açılış
Kısa bir giriş
İnsan Hikayeleri: Luv
Hayattan Hikayeler: Metaverse
Tavsiyeler: Serenity (2005)
Kapanış